Ervah-ı Ezelde, Çerağ-ı Aşk ve Hançere albümlerinden sonra Haluk Tolga İlhan, Pir Sultan Abdal’dan Ali Ekber Çiçek’e, Kacaoğlan’dan Mahsuni Şeirf’e Anadolu ozanlarının ezgilerini “Dâra Duran” albümünde topladı. İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nde Opera Sanatçısı olarak mesleğine devam eden İlhan, tarihsel gerçeklikleri halk müziği ve anadolu ezgilerine sahip çıkarak dile getirmeye devam ediyor. Haluk Tolga İlhan ile “Dâra Duran” isminden yola çıkarak albümün oluşum hikayesini ve Anadolu türküleri üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. İlhan, “Ben çalışmalarımla, geleneği ve yereli korurken, bu dönemin dinamizmine de uyum sağlayan fakat özü bozmayacak bir söyleyiş ve düzenleme anlayışı ile yalnızca bir taşıyıcı olarak görüyorum kendimi.” dedi.
Genellikle albüm kapaklarında sanatçılar kendi fotoğraflarını kullanıyorlar. Albümümüzde bunu göremiyoruz. Kapakta neden kırmızı hırka kullandınız?
Ben albüm kapaklarının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Özellikle her albümümü tematik olarak hazırlayıp yayınlamayı tercih ettiğim için, o albümün felsefesini yansıtması, dinleyici açısından ilk izlenimi uyandırması açısından kapak tasarımını önemsiyorum.
Abdal’ın ilk albümünde bir gaz lambası figürü kullanmıştık, Ervah-ı Ezelde’nin Abdal’ın ilk albümü olduğunu düşünürsek, projenin ifade ettiği yaklaşık değeri anlatması açısından değerliydi. Son albümde de çalışmamıza yüklediğimiz anlamı özel bir çizimle kapağa taşıdık.
Hem geçmişin derinliğini ve izini taşıyan hem de bugünün dinamizmine ayak uyduran söyleyiş biçimi ve düzenlemeler ile uyumlu bir kapak tasarımı ve albüm ismi üzerine düşündük. Bir üniversite, halk müziğine katkılarımızdan dolayı törende seramik bir abdal hırkası hediye etmişti. Evimin başköşesinde yer alan bu hırka da bize ilham verdi. Bu seramik hırkayı, genç bir çizer ve tasarımcı arkadaşımız bizim için çizdi, renklendirdi. Hem eskiden gelen bir büyük bir kültürü hem de gençliği, bugünün direncini, ruhunu, dinamizmini temsil eden kırmızı renkte bir hırkayı tercih ettik.
‘GENİŞ BİR LİTERATÜR ÇALIŞMASI GERÇEKLEŞTİRDİM’
Dâra Duran isminde nasıl karar kıldınız? “Dâra durmak” Alevi felsefesinde vicdan muhasebesi anlamına geliyor değil mi?
En özet haliyle evet. Bu eylemi, bir anlamda hesaplaşmayı diğer dünya olgusuna bırakmadan, Alevilik inancında kişinin dede karşısında özüne dönerek, vicdanını rahatsız eden tüm sorunsalları ile yüzleşmesi eylemi olarak okuyabiliriz. Günümüzde özeleştiri kültürünün zayıflığını ve hatta yokluğunu düşünürsek, dâra durmak eyleminde bireyin kendisi ve dünyayla hesaplaşmasını bu dünyada tamamlanma gayretini görüyoruz. Bu da Alevilik’in yalnızca bir inanç sistemi olmaktan çok, tüm yaşama sirayet eden kapsamlı bir hak, emek, insanca yaşam, adalet gibi evrensel değerleri kapsayan sosyalist değerlerin emarelerini en açık hali ile taşıyan bir yaşam felsefesi olduğunu görüyoruz.
Özellikle albüm hazırlıklarını sürdürdüğüm geçtiğimiz iki yıl içerisinde, oldukça geniş bir literatür çalışması gerçekleştirdim. Halk ve inanç önderlerinin Alevilik inancının, Ortodoks hâkim inançlar karşısında korunmasını gerçekleştirmek için Horosan’dan Mezopotamya’ya ve Anadolu’ya kadar çok geniş bir coğrafyada sürdürdükleri mücadeleyi yalnızca bir inanç mücadelesi olarak ele alamayız. Az önce ifade ettiğim gibi, bu ozanlar, inanç önderleri haklılık ve haksızlığı, iyiliği ve kötülüğü, çoğunluk ve azınlığı, bugün çözümlenemeyen ve dünyayı giderek yaşanmaz bir yer haline getiren tüm ikilikleri emek ekseninde, ezen ezilen ilişkisini çok iyi yorumlayarak ele almışlar.
Dolayısıyla sorunuza geri dönersek, kişinin özüne dönerek, dâra durmak eylemi ile kişinin diğer insanların yaşam haklarını ihlal eden davranışlarına karşı öz eleştiri geliştirmesini, bunun insanca yaşam için bir felsefeye dönüşmesini hem Alevilik inancı açısından hem de bugün içinde bulunduğumuz koşullar açısından izlemek heyecan vericiydi. Tabii türkülere yaşam veren bu anlayışın albümde olgunlaşması da “Dâra Duran” ismini tercih etmemize neden oldu. Hem geçmişten gelen bir felsefeyi derinden öğrenmek hem de kendimle yüzleşmek, vicdan muhasebemi gerçekleştirmek için değerli bir isim olduğunu düşünüyorum.
Bu albüm modern kültürün ve yabancılaşmanın etkisiyle kendini arayan günümüz insanının hikâyesidir diyebilir miyiz?
Tabii bir alt başlık olarak neden olmasın? Esasen her dinleyenin albümden kendi deneyimine, kendi hikâyesinde göre anlam çıkarması mümkün. Albümde en fazla dinlenen eserlerin ortaklaştığı düşünce; hakikate ve gerçeklik duygusuna olan özlem ve hak arayışı olarak öne çıkıyor. Anlatım ve kurguda Anadolu coğrafyasının pastoralliğini her zaman görüyoruz. Hal böyle olunca, dediğiniz gibi albümü dinleyen birçok kişi, modern bireyin sıkışmışlığı bağlamında aranan bu duygulara karşı bir tatmin duygusu yaşıyor. O hakikiliği bu eserlerde hissediyor. Biz de bunu yaşatabilmek için, özellikle söyleyişteki yerel nameleri yok etmemeye, doğal ses akışını teknolojik müdahalelerde kayıtta bozmamaya büyük özen gösterdik.
‘ESERLER BİZİ HAKİKATE YÖNLENDİRİYOR’
Albümünüzde Pir Sultan Abdal, Ali Ekber Çiçek, Davut Sulari, Karacaoğlan, Mahzuni Şerif, Ekrem Yeşilada gibi halk ozanlarının eserlerini görüyüruz. Asıl amacınız bu isimleri tekrar gün yüzüne çıkarmak mıydı?Yoksa hayatımıza ne kadar teknoloji girse de hala aynı insan olduğumuzu hatırlatmak mı?
Albümümüzde yer alan çok kıymetli ozanlarımızın katkılarıyla var olan, genişleyen ve kalıcı hale gelen sözlü kültüre bugün çok şey borçluyuz. Daha önce de belirttiğim gibi, birlikte olmak, birliktelikten güç almak için ortaklaşacağımız noktaları, ideolojiyi bu ozanlarımız geçmişte keşfetmişler ve geliştirmişler. Bu noktada, çok kıymetli ozanlarımızı hatırlatmak gibi bir misyonum olamaz zira; onlar tarihimizdeki ve kültürümüzdeki silinmez yerlerini güçlü eserleriyle koruyorlar. Ben çalışmalarımla, geleneği ve yereli korurken, bu dönemin dinamizmine de uyum sağlayan fakat özü bozmayacak bir söyleyiş ve düzenleme anlayışı ile yalnızca bir taşıyıcı olarak görüyorum kendimi. Teknoloji, dijitalleşme, hızlı tüketim dünyası insanın insanla, doğayla ilişkisini tahrip ederken, bu eserler bizi güzele, hakikate, öze doğru yönlendiriyor. İnsanın içindeki zehri yok ediyor, yıkıcı değil, yapıcı ve onarıcı yönünü açığa çıkarıyor; ben böyle olduğuna inanıyorum.
Halk türkülerinin yeniden düzenlenip söylenmesi, yeni nesil için büyük bir kültür aktarımı…
Abdal dinleyicilerinin çok iyi bildiği gibi, gitar kullanmamıza rağmen, gitara eklediğimiz fazladan bir koma ile gitara bağlama özelliği katarak, türkünün esasını bozmadık. Burada farklılığı yaratan ve türkülerin genç nesil tarafından çok fazla dinlenmesini sağlayan, türküdeki duyguyu yitirmeden, tüm sözlerin anlaşılabileceği sade bir diksiyon ile söyleyişin sağlanması ve gitarın modern tınısının keman gibi santur gibi farklı enstrümanlarla birleşmesi oldu. Bu noktada yeni nesil açısından önemli bir yer edindiğimizi mutlulukla ifade edebilirim.
Albümünüzde opera tekniğini de kullandığınızı görüyoruz. Opera bizim kültürümüze çok yakın bir tür değil, bunu aynı zamanda doğu batı sentezi olarak da yorumlayabilir miyiz?
Opera sanatçılığı esas mesleğim ve operayı çok seviyorum. Her ne kadar bizim kültürümüze has bir form olmasa da operayı evrensele açılan bir kapı olarak görüyorum; Ruhi Su gibi. Ve farklı halkların öz kültürü olması açısından çok önemsiyorum. Çok büyük ve derin tarihselliği barındıran, ülkemizde algılandığı gibi kesinlikle bir “üst kültür” sanatı olarak görülmemesi gereken, doğduğu ve geliştiği coğrafyalardaki izlerini okuyarak, anlayarak değerlendirilmesi gereken bir sanat dalı.
Doğu-Batı sentezi gerçekleştirmek gibi bir çabam açıkçası olmadı. Dinleyicilerimin çok iyi bildikleri gibi, hiçbir zaman kültürümüze uzak opera seslerini kullanarak, opera sanatçısı olduğumu göstermeye çalışmadım. Halk müziği seslendiren birçok opera sanatçısından da bu noktada ayrıştığımı ve bu sebeple halk tabanında çalışmalarımın ciddi bir karşılık bulduğunu çok da mütevazı olmadan söylemekten çekinmiyorum. Halk müziğinin, yapay opera seslerine ihtiyacı yok, türküler kendi öz duyguları ile güzel ve anlamlı, ben opera tekniğini, nefesimi doğru kullanmak, uzun hava gibi formları daha rahat seslendirmek, türkü sözlerini daha anlaşılır söyleyebilmek için kullanıyorum. Opera tekniğini halk müziğine dayatmak ile opera tekniğini yerel tınıları ve duyguları bozmadan müziğin hizmetine sunmak arasında ciddi bir ayrım bulunuyor; ve bu ayrım bana göre aynı zamanda ideolojik de bir ayrım. Örneğin Ruhi Su’nun halk nezdinde bulduğu geniş karşılığı, sevgiyi de bu bağlamda değerlendirmek gerekiyor; hakiki olmak, türkünün özüne tutunmak.
‘DESTEK İHTİYACIMIZLA DOĞRU ORANTILI’
Ülkemiz ana muhalefet lideri 15 gündür adalet talebiyle yürüyor. Şu anda Sakarya’dalar. Siz bu yürüyüşü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Uzun zamandır ülkemizin, halklarımızın susadığı en temel kavram adalet. Tabii ki adaletin arayışı için atılan her bir adım kutsal. Toplumun her kesiminden giderek artan destek ise bu arayışa ne kadar ihtiyaç duyduğumuz ile doğru orantılı. Muhalefetin seçimden seçime yürüttüğü kampanyalar yerine, toplumun hemen, şimdi çözüm beklediği konulara ilişkin geliştirdiği her türlü demokratik arayış, mücadele bugün olduğu gibi destek görecektir. Bu noktada atılan adımlar, adaletin sağlanması için ortaya konan irade büyüdükçe işçinin emekçinin, sanatçıların, üretenlerin, kadınların, azınlıkların her türlü hak arayışının da motor gücü haline gelecektir.
ALBÜMDE YER ALAN ESERLER
Dumanlı Dumanlı (Mahzuni Şerif)
Bugün Bayram Günü Derler (Davut Sulari)
Güzel Seni Çok Özledim (Ekrem Yeşilada)
Munzur Dağı Silelenmiş Karinen
Yüce Dağ Başında Yanar Bir Işık
Şu Yalan Dünyaya Geldim Geleli (Karacaoğlan)
Hal Yamano
Gurbet Elde Bir Hal Geldi Başıma ( Müzik: Ali Ekber Çiçek, Söz: Pir Sultan Abdal)
Ala Gözlüm Zülfün Kelep Eylesin (Pir Sultan Abdal)
Şu Karşı Yaylada Göç Katar Katar (Pir Sultan Abdal)
Kaynak: Evrensel.net
Yorumlar kapatıldı.