1950’li yıllar, öncesi ve sonrasıyla bugünü anlamamız açısından irdelenmesi gereken bir dönem. Türkiye’nin 1950’li Yılları adlı kitap, güncel siyaset konularının aslında evrimsel bir olgu olduğunu unutmamamızı sağlıyor.
Bugünü anlamak için oldukça gerilere gitmek gerekiyor. Öyle 1990’lar, 1980’ler değil, daha da gerilere… İletişim Yayınları’ndan çıkan Türkiye’nin1950’li Yılları, bu görüşü kanıtlıyor. Özellikle Türkiye’nin Amerika ile ilişkilerini, anti-komünizmin nasıl dallanıp budaklandığını, dinin politikaya nasıl güçlü bir şekilde enjekte edildiğini, ordunun siyasetin içinde ne biçimde kök saldığını anlamak için geçmişe doğru yapacağımız yolculuğu kolaylaştırıyor.
Kitap çerçevesini çizerken, “Ellili Yıllar Türkiye’si denildiğinde, bu kitapta, takvimdeki 1950’li yılların değil, siyasal anlamda 1950’li yılların kastedildiği”nin altını özellikle çiziyor. “Bir takvim dönemi değil de siyasal anlamda bir tarihsel kesit olarak ele alındığında ellili yıllar, Türkiye için, 14 Mayıs 1950 tarihinde Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) iktidarının sona erip, Demokrat Parti’nin (DP) seçimleri kazanması ile başlamakta ve 27 Mayıs 1960 tarihinde gerçekleştirilen askeri darbe ile son bulmaktadır. Çalışmamızda da ellili yıllar Türkiye’sini bu şekilde ele almaya gayret ettik.”
Bu açıklamadan sonra, kitap bizi 1946 yılına götürüyor. Ellili yılların anlaşılması için bir gemi öyküsünün arka planına bakmamız gerektiğine işaret ediyor. 1944 yılında ABD’de ölen Türkiye’nin Washington büyükelçisi Mehmet Münir Ertegün’ün nâşı, savaş nedeniyle Türkiye’ye gönderilememiştir. Vefatından yaklaşık iki yıl sonra Missouri zırhlısı, Ertegün’ün tabutunu Providence ve Power gemilerinin eşliğinde İstanbul’a getirerek Özbekler Tekkesi haziresine nakleder. Ama bu nakil, basit bir cenaze merasimi seklinde tertip edilmez: “İnhisarlar İdaresi, günün anlam ve önemine binaen, üzerinde “Hoşgeldin Missouri” yazan Missouri sigaraları piyasaya sürer; Missouri serisi pullar çıkartılır; İstanbul Belediyesi gece yarısından bir saat sonrasına kadar Dolmabahçe-Taksim hattında –yalnızca ABD’li personel için geçerli– ücretsiz hizmet verecek 12 otobüs tahsis eder; belirli sinema ve tiyatrolarda ABD’li misafirlere yer ayrılır; İstanbul Bezmi-Âlem Valide Sultan Camii’ne “wellcome” (hoşgeldin) mahyası asılır; dört günlük ziyaretin ardından yola koyulan gemileri uğurlamak için Beylerbeyi’nden Üsküdar’a, Beşiktaş’tan Sarayburnu’na kadar bütün sahiller kadın, erkek, çoluk çocuk doluşmuşlardır; Cumhuriyet gazetesinin 9 Nisan 1946 tarihli nüshasının ilk sayfasında yer alan habere göre, Türkiye’den ayrılan gemileri uğurlamak isteyen İstanbulluları Yeşilköy açıklarına kadar uğurlamak üzere 10 gemi tahsis edilmiştir; İstanbul Abanoz Sokak’taki genelevlerde yaşanan telaşı anlatmak ise bu kitabın hayâ sınırlarını asmaktadır.”
Peki bütün bu debdebenin arkasında ne vardı? İkinci Dünya Savaşı bitmiş, soğuk savaş dünyayı iki kampa bölmüştü. Savaşın ardından Sovyetler Birliği, Türkiye’den Montrö Antlaşması’nın yeniden gözden geçirilmesini talep ediyordu. 1946 yılında verilen nota karşısında, Türkiye Sovyetler’in taleplerini kabul etmediğini açıkladı. Arkasına soğuk savaşın batı cephesini, anglo-sakson dünyayı alarak, Sovyet tehditine karşı koymak amaçlanmaktadır. Bir cenazenin yardımıyla!
Türkiye tarihinin dönüm noktası
1950’li yıllar, İsmet İnönü’nün 1964’te, ABD Başkanı Johnson’un mektubuna cevaben söylediği iddia edilen sözü hatırlatırsak, “yeni bir dünyanın kurulduğu, Türkiye’nin de orada yerini almaya çalıştığı” yıllardır. Soğuk savaşın ABD kampına dâhil ülkelerin Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) etrafında bir araya geldikleri yıllar. “Bir başka ifade ile ellili yılların dünyası, Türkiye’nin de aralarında yer aldığı ABD bağlaşığı kampın siyasî, askerî ve iktisadî düzlemde örgütlendiği bir tarih kesitini niteler. Nitekim Türkiye de bu gelişmelere kayıtsız kalmayacak; savaş sonrasında yeniden kurulmaya başlanan bu (yeni) dünyada yerini almaya çabalayacaktır. (…) Bu tarihsel kesitte siyasetin toplumsal tabanının genişlemesi ve dönüşmesiyle birlikte Türkiye’deki siyaset algısı da bastan aşağı değişecektir. Bu anlamda ellili yıllara Türkiye tarihinin dönüm noktalarından biri olarak bakabiliriz.”
750 sayfaya yakın bir hacimdeki Türkiye’nin 1950’li Yıllar kitabını bir tanıtım yazısında özetlemek mümkün değil elbette. Künye bilgilerini verelim önce. Kitabı hazırlayan Mete Kaan Kaynar, editörü ise Tanıl Bora. İçindeki makalelerin listesini verdiğimizde, konunun ne denli geniş bir perspektiften ele alındığı daha iyi anlaşılacaktır. Mete Kaan Kaynar’ın “Türkiye’nin Ellili Yılları Üzerine Bazı Notlar” adlı, bir anlamda giriş yazısından sonra, Feridun Cemil Özkan “Ellili Yıllarda Türkiye Ekonomisi”nin satırbaşlarını aktarıyor.
Altmışlı yıllardaki işçi hareketlerinin aslında 1950’den de önce, kırklı yılların sonlarında başladığını ise Hakan Koçak’ın “Ellili Yıllarda Emek Rejimi ve Emek Hareketi” başlıklı yazısından öğreniyoruz. Bu dönemin en önemli belirleyicisi olan “dış dünya” ilişkilerini ise Gencer Özcan “Ellili Yıllarda ‘Dış’ Politika”da ele alıyor. Kitapta zaman zaman yer alan çerçeve yazıların ikisi, bu makaleye eşlik ediyor: Erden Eren Erdem’in “Türkiye-ABD İlişkilerinin Zirve Noktası: Celal Bayar’ın ABD Ziyareti” ile Tanıl Bora’nın “Celal Bayar” yazıları. Ardından, Tanıl Bora, Kerem Ünüvar’la birlikte “Ellili Yıllarda Türkiye’de Siyasi Düşünce Hayatı”nı irdeliyor. Elbette bazı alt başlıklar bize bu “düşünce”lerin ne menem şeyler olduğunu kabaca açıklıyor: “Anti-komünizm/İslamcılığın uyanışı/Muhafazakâr-milliyetçi terkibe doğru.” Ayrıca Kürt aydın hareketinin ilk adımları, sol hareketin güçlü bir baskı altında tutuluşu, liberal politika denemelerinin hayal kırıklığı ile sonuçlanışı da hep bu dönemde karşımıza çıkan olgular. İki güçlü çerçeve yazı “siyasal düşünceler”e eşlik ediyor: Yasemin Doğaner’in “Vatan Cephesi” ve Cenk Ağcabay’in “Ellili Yıllarda Bir Komünist: Dr. Hikmet Kıvılcımlı” yazıları.
“Evita Peron Kupası”
“Elilil Yıllarda Muhalefet”i ise Anıl Varel inceliyor. Bölümün alt başlığı: “Hükümete Yönelik Temel Eleştiriler ve DP karşısında CHP’nin İdeolojik Konumlanışı”. Oral Özdemir muhalefet parantezine “Tahkikat Komisyonu”nu, Süleyman İnan ise “Muhalefette İsmet İnönü”yü ele alarak katkıda bulunuyor. Tanel Demirel dönemin sonucunu belirleyecek olan konuyu irdeliyor: “Demokrat Parti İktidarı ve Ordu”. Gökhan Ak, 1957 yılında, 27 Mayıs’ın ayak seslerini duymamızı sağlayan “Dokuz Subay Olayı”nı aktararak bu bölümü genişletiyor. Bayram Koca, “Elilli Yıllarda Merkez Sağ: Demokrat Parti’nin Özgürlük ile İstismar Arasındaki Dinî Politikaları” yazısıyla DP’nin bugünlere bıraktığı önemli bir mirası ele alıyor. Bölüme eşlik eden çerçeve yazılar ise şöyle: “Atatürk’ü Koruma Kanunu” (Selçuk Koca), “Adnan Menderes” (Tanıl Bora), “Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu” (Tanel Demirel).
Kitabın yarısını geride bıraktığımızda, ana konulara eşlik eden yan ilgi alanlarına geçiyoruz. Foti Benlisoy’un “Ellili Yıllar Türkiye’sinin Tarihi: Azınlıkların Tarihi” başlıklı yazısına, Ayşem Sezer Şanlı’nın “6-7 Eylül 1955” adlı çerçeve yazısı eşlik ediyor. “Elilli Yıllarda Radyo ve Siyaset” ilişkilerini Nevda Ersarı inceliyor. “Ellili Yıllar Türkiyesi’nde Basın” ise Funda Şenol-Cantek tarafından ele alınmış. Basın konusundaki yan katkılar ise Kadir Dede’nin “Forum Dergisi”ni, Derya Bengi’nin ise “Zeki Müren”i incelediği çerçeve yazıları. Aslı Uçar ellili yılların “Edebiyat Ortamı”nı, Emrah Özen ise “Sinema”sını incelemiş. “Ellili Yılların Kamu Yönetimi” Nuray E. Keskin’e emanet edilirken, Zübeyir Barutçu’nun “Osman Bölükbaşı” adlı makalesi ona eşlik ediyor. Sinan Yıldırmaz, iç göçün dönem açısından ağırlığını “Köylüler ve Kentliler: Ellili Yılların Yeni Sosyo Ekonomik ve Kültürel Coğrafyası”nda ele alıyor. Kerem Yavaşça ise “Şark Meselesi’nden Doğu Sorunu’na: Ellili Yıllarda Kürt Sorunu” adlı yazısında, ellili yıllarda Kürt siyasetinin nasıl filizlendiğini ve dönem açısından önemli bir kırılma olan “49’lar Olayı”nı inceliyor. Mehmet Ö. Alkan, dönemin gündelik yaşamını ele alırken, ilginç alt başlıklar sunuyor okuyuculara: “Kahve-Kahvaltı ve Çay Tiryakiliği”/ “Evita Peron Kupası”/ “Amerikan Propagandası: “Dostluk Şarkısı”. Ezgi Sarıtaş ve Yelda Şahin ise feminist bir gözle “Ellili Yıllarda Kadın Hareketi”ni inceliyorlar. Sonuç olarak bu dönemin kadın hareketleri pek de feminist olmasa da!.. Kitabın final bölümünde ise Mete Kaan Kaynar, “Altmışlar Türkiye’sine Elili Yıllardan Bakmak” makalesiyle, dönemin Cumhuriyet tarihi içindeki yerini belirlemeye çalışıyor.
Yazımın başında da söylediğim gibi, 1950’li yıllar, öncesi ve sonrasıyla bugünü anlamamız açısından mutlaka irdelenmesi gereken bir dönem. Kitabın ayrıntılarına girdikçe, bugünün tohumlarının ne kadar önce atıldığını daha iyi anlıyoruz. Kitap, güncel siyaset konularının aslında evrimsel bir olgu olduğunu unutmamamızı sağlıyor. Bugünü dünler hazırlıyor, yarını ise bugünler. Elili yıllar hiç de geride kalmış bir olgu, sadece bir “mazi” değil aslında… Biraz bugün, biraz da yarın…
TÜRKİYE’NİN 1950’Lİ YILLARI
Hazırlayan: Mete Kaan Kaynar
İletişim Yayınları
2015, 740 sayfa, 42 TL.
Yorumlar kapatıldı.