Mehmet Akkaya
Bakırköy Yunus Emre Kültür Merkezi’nde düzenlenen Muzaffer Oruçoğlu’nun tablolarından oluşan resim sergisi, bu hafta sonu toplanıyor. Sergi, ülkemizin son zamanlarındaki baskı ortamını kısmen de olsa gerileten ve giderek etkili olan karamsarlığı, adına “devrim tabloları” dediğimiz eserlerle bir ölçüde de olsa öteleyen bir işlev görmüş olmalı. Resimlere damgasını vuran genel düşünce ise 1917 Sovyet Devrimi’dir. Sanatçının yakın dönemde yapmış olduğu eserler yoğunlukta olmakla birlikte eski eserlerinin de sergide yer aldığı görülüyor.
Sanatçı, resim yanında öykü, destan, şiir ve bilhassa da romanlar yazarak son yıllarda kendisinden söz ettiren birisi. Oruçoğlu’nun, edebiyatında büyük oranda gerçekçi (realist), resim de ise gerçeküstücü (sürrealist) bir uygulamadan yana olduğu anlaşılıyor. Yine de Oruçoğlu’nun sanatını bir akım ve üslup içinde değerlendirmek zordur. Üstelik “yüz yıllık bahar” adıyla sergilenen tabloların çoğunluğunda gerçeküstücü değil de, yeniden gerçekçiliğe bir dönüş olduğu bile söylenebilir. Resimlerin renklendiği ve aynı zamanda canlandıkları izlenimini, izleyicilerin yargıları da dikkate alınarak, ileri sürülebilir.
Düşünce ve sanat tarihi, hiçbir zaman 20. yüzyıldaki kadar “zengin” olmadı. Sanatta; irrasyonelin ya da anarşizmin etkili olmasından olsa gerek çeşitlilik daha da fazla oldu. Bu durum evrensel çerçevede olduğu gibi ülkemiz sanat tarihi bakımından da geçerlidir. Ülkemizde sanatın akademi ve akademi dışı alanlar olmak üzere iki yoldan/koldan ilerlediği söylenebilir. İlkinin sanat kurallarına uyarlılık gösterdiği ikincisinin ise bunu “ihlal” ettiği varsayımı, sanırım ilginç bir varsayımdır. Oruçoğlu’nun sanatı ve bilakis resim anlayışı bu ilginçliklerden fazlasıyla özellik taşımaktadır. Yine de onun resimlerine tarihsel ve aktüel, aynı zamanda yerel ve evrensel kaynaklar aranırsa, bulunabileceğini düşünmek mümkündür.
Sanatçının resimleri, bir ölçüde özünü Rönesans resminin büyük sanatçısı Bruegel’in resim anlayışından almaktadır. Biçimi ise yakın zaman sanatçılarından Picasso’nun tarzını anımsatmaktadır. Bu çizgiyi, aynı zamanda Oruçoğlu’nun evrensel kaynakları arasında değerlendirebiliriz. Osman Hamdi’den başlayıp İbrahim Çallı ve Nuri İyem gibi ülkemiz resim tarihinden örnekleri ise Oruçoğlu’nun yereldeki kaynakları arasında sunmak olasıdır. Neticede resimlere dikkatle bakıldığında pek çok sanatçı ve sanat akımından izler taşıyan resimler, gerçeklik, kural ve otorite tanımayan bir ruh hali ve mantıkla yapılmış tablolardır. Eski ve yeni kaynaklardan esinlenen, yerel ve evrenselin sentezinde kendisini inşa ederek gösteren eserlerdir.
Resim sanatında portre çalışması eski bir gelenektir. Sanatçıların pek çoğu portre çalışması yapmıştır. Otoportresi olan sanatçı sayısı da az değildir. Oruçoğlu’nun bu defaki sergisinde portreye de ağırlık verildiği görülmektedir. Gerçi önceki sergilerde de birçok ünlü sanat ve düşün adamının portreleri resmedilmişti. Şimdiki portrelerin özgünlüğü ise Ekim Devrimi’ne önderlik eden kadın ve erkek figürlerdir. A. Kolontai, Lenin, Stalin, Troçki, belli belirsiz Marx, Engels vs.
68’in gençlik önderlerinden olan Muzaffer Oruçoğlu, “devrim tabloları”yla adeta 68’in 50. yılına da atıf yapmış oluyor bu sergiyle. Yıl içinde de 50. yıl kutlamalarının süreceğini düşünmek yalnızca bir temenni olarak görülemez. 2017, Ekim Devrimi’nin yüzüncü yılı iken 2018 de, “68 Hareketi”nin 50. yılı olacaktır. Bu yıl aynı zamanda Çin Kültür Devrimi’nin de 50. yılı olarak değerlendirilmektedir. Bu türden toplumsal hareketlerle sanat arasında diyalektik bir ilişki olduğu açıktır. “Yüz yıllık bahar” adlı sergiyi değerlendirirken estetik olanla politik olan arasındaki bağın merkezi önemi de ortaya çıkmaktadır.
Yorumlar kapatıldı.