YÜZYILIN SORUNUNA ALATURKA ÇÖZÜM
Ya da ‘Çatışma Çözümleri Ve Barış’
Doç. Dr. Murat Aktaş’ın derlediği Çatışma Çözümleri Ve Barış adlı kolektif kitap, İletişim Yayınları’ndan çıktı.
Kitap tarih, siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler, sosyoloji, siyaset sosyolojisi, kamu yönetimi, insan hakları hukuku, azınlık halkları, medya ve iletişim sistemleri gibi alanlarında isim yapmış, yerli yabancı farklı üniversite ve kurumlarda çalışan çok sayıda akademisyen ve yazarın görüşlerini derliyor. Prof. Dr. Hamit Bozarslan, Prof. Dr. Erol Katırcıoğlu, Prof. Dr. E. Fuat Keyman, Doç. Dr. Murat Aktaş, Doç. Dr. Cengiz Aktar, Doç. Dr Abdulah Kıran, Doç. Dr Ayşe Betül Çelik, Doç. Dr Güneş Murat Tezcür, Yrd. Doç. Dr. Nazan Üstündağ, Dr. Sabri Ciğerli, Dr. Ömer Taşdemir ve Kerim Yıldız’ın yazılarından oluşan kitaba araştırma görevlileri Esra Elmas ve Abdül Samet Çelikçi de İngilizceden yaptıkları çevirilerle emek vermişler.
Kitabın ana başlığında yer alan “Çatışma Çözümleri”ndeki çözüm kavramını nasıl anlamalı? “Ve Barış” kimlerle, hangi araç, yol ve yöntemlerle olası? Merak ettiğim bu soruların cevabını taşıdığına inandığım ‘Çatışma Çözümleri ve Barış’ adlı kitabı edindiğim ve okumaya başladığım 6 Ekim günü Kobani protestoları patlak verdi. Protestolar, Kobani’yi üç cepheden kuşatan IŞİD çetelerine, dördüncü cepheden gizli açık destek verdiği tartışılan hükümetin politikalarını protesto etmek içindi. Protesto edilen, İmralı üzerinden Kürt tarafıyla görüşmeler sürdüren Türkiye Cumhuriyeti Devletinin (‘derin’, ‘Ergenekoncu’ ‘vesayetçi’ ‘darbe heveslisi’ ve “paralelci’ dedikleri uzantılara hükmünü dayatan) ‘yegâne’ hükümetiydi.
Başladığı gün Kürtlerin hayat sürdüğü her yere yayılan protestolar, son yılların en büyük sokak çatışmalarını da beraberinde getirdi. Protestoların başladığı gün sarmalandığı şiddet, hatırlanmak bile istenmeyen 1990’lı yılların günlük ortalama can ve mal kayıplarını aşan kaygı verici boyutlara ulaştı. Kitabın derleyicisinin memleketi ve hayatını sürdürdüğü Muş’un Varto ilçesinde protestoların ilk can kaybı yaşandı. Aynı gün yüz binlerin hareketlendiği Diyarbakır’da ve ülkenin dört bir köşesinde onlarla ifade edilen ölüm vakaları ve yaralanmalar vuku buldu. Antep, İstanbul ve İzmir’de baş gösteren karşı gösterilerde kolluk güçlerinin gözleri önünde iki Kürt genci linç edilerek öldürülürken, komaya sokulanlar da oldu. Çok sayıda ev ve iş yeri kundaklandı. Ve 1990’lı yıllarda faili meçhulleriyle nam salmış Yeşil kod allı Mahmut Yıldırım ve çetesinin en çok iş çıkardıkları bölgenin merkezi olarak bilinen Bingöl’de Emniyet Müdürü, yardımcısı ve koruması, Diyarbakır eski emniyet müdürlerinden Gaffar Okan’ın akıbetine benzer bir şekilde, pek şaibeli görünen bir saldırının hedefi oldu. Olaydan iki saat sonra bu saldırıyı gerçekleştirdiği iddia edilen bir PKK’li ve ona yardım ve yataklık ettikleri iddia edilen üç kişi Genç ilçesi girişinde araç içinde infaz edilirken, her şaibeli olayda olduğu gibi bu saldırılarla ilgili haberlere de basın yasağı getirildi.
6-8 Ekim ve izleyen günlerde öldürülenler arasında eski Hizbullah, yeni Hüda Par taraftarları, bir ay kadar öncesinde kaçırılmış bir korucu başı, suikastlara uğrayan uzatmalılar, özel tim elemanları ve Türkiye topraklarını uluslararası geçiş sahası bellemiş IŞİD militanları, taraftarları olduğu iddia edilen yabancılar da vardı.
Bu toplam sahnede, ötelenmiş sanılan 1990’lı yıllarda ne varsa ondan da fazlası vardı.
Velhasıl, 2013 ilkbaharından 2014’ün Ekim başlarına silahların az çok sustuğu, çözüm sürecinin konuşulduğu dönemi sona erdirecek gelişmelerdi bu yaşananlar.
Hükümet sözcüleri ve havuz medyasının kamplaşmayı, kutuplaşmayı derinleştiren, tüm bu yaşananların dayandığı gerilimin temellerini, nedenlerini görmezle kalmayıp sorunun özünü karartan, daha büyük gerilimlere, çatışmalara davetiye çıkaran söylemleri; çatışmalı yıllardaki gibi legal Kürt siyasetinde öne çıkan isimlere, gazetecilere, gazete dağıtımcılarına dönük saldırıların önünü açan bir raddeye gelip dayandı. Paris’te sürgün yaşadığı yıllardan tanıdığım HDP Merkez Yönetim Kurulu üyesi Ahmet Karataş partisinin merkezinde saldırıya uğrayanlardan biriydi. Hedef alındığı saldırıda IŞİD tarzı olarak bilinen bir biçimde boğazı kesilerek infaz edilmek istendi. Aynı günlerde partinin eş başkanlarından Selahattin Demirtaş’ın karşına, kurbanlarını domuz bağlarıyla bağlayıp diri diri mezarlık evlere gömen, faili meçhul cinayetlerde baş çeken bir damara işaret eden eski Hizbullah mensubu birileri çıkararak bölgenin uyuyan devlet altı uzantılarına istenirse kapının aralanabileceği hatırlatıldı… Sanki legal Kürt siyasetine “Sus, ayağını denk al, silahlı yapılanmalara, derin devlet üstü- altı karanlık uzantılara konuş,” denildi…
Tüm bunlar ve daha fazlası olup biterken, olayların başladığı ilk günün sabahında elime aldığım Çatışma Çözümleri ve Barış adlı kitabı okumaya hevesim kırıldı. Ama neyse ki birkaç hafta sonrasında gerilim azalır gibi oldu. Tekrarla, sürecin kararlılıkla devam ettirileceği ifade edilir oldu, derken yaşanan olaylar bahane edilerek yeni bir güvenlik paketi jet hızıyla hazırlanıp meclisten geçirildi.
Ama elbette ki iktidarın kâh gerilim, kâh yumuşar bir havayla yaklaştığı sonunun muhatap sayılır sayılmaz başkaca tarafları vardı. Oynanan tek kale maç değildi, oyun hiç değildi. Takım taraftarların sahayı boş bellemelerine, diledikleri köşeye top koşturmalarına, sahadan ve kenardan kuru gürültüler koparmalarına takılı kalınacak bir sorun değildi konuşulan. Tarafların lütfüne, insaflarına, kısa uzun yol haritalarına, gizli planlarına, açık manevralarına, heyecanlı seçim hesaplarına kurban edilmeyecek kadar hayati bir sorundu.
Sorunun muhtevasına, çözümüne ilişkin görüş ve önermeler içeren kitabı kaldığımız yerden okumayı sürdürdüğümüzde; “Çatışma Çözümleri Ve Barış” adlı kitaba konu olan sorun ve çözüm yollarının masaya yatırıldığını izliyoruz.
Üç bölümden oluşan kitabın girişinde Akil İnsanlar Heyetinde yer alan Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi ve İstanbul Politikalar Merkezi Direktörü Prof. Dr. Fuat Keyman’ın Çözüm Süreci, Müzakere, Güven ve Demokrasi başlığını taşıyan yazısıyla, heyet çalışmaları sırasındaki izlenimlerini, konuya ilişkin bilgi ve görüşlerini ortaya koyuyor.
Kürt Meselesinin kökenleri Arap Baharı ve Çözüm Süreci’nin ele alındığı birinci bölümde İngiltere’de hayat süren öğretim üyesi Dr. Ömer Tekdemir, meselenin teorik yorumunu ve kavramsallaştırılmasını ele alıyor. Paris’te yaşayan Prof. Dr. Hamit Bozarslan ise aynı bölümde Ortadoğu’da yaşanmakta olan şiddetin seyri içinde yeni bir sürece giren Kürt Meselesini uzak yakın geçmişiyle birlikte analiz eden son derece çarpıcı iki makalesiyle kitaba katkı sunuyor. Makalelerinde sorunun tarihsel temellerine, karmaşık gelişimine, katmanlı boyutlarına, açıklıklarına dair önemli bilgiler ve analizler sunan Bozarslan, Kürt meselesinin geldiği boyutları anlatırken, sıra dışı analizler yapıyor. Konusunda dünyadaki en önemli referanslardan biri olarak kabul gören Bozarslan, ‘Arap Baharı sürecinde Kürt Meselesi’nin geldiği boyutları Federe Kürdistan ve Rojava Devrimine uzanan tarihsel dinamikleri öngörüyle ortaya koyuyor.
1990 ve 2010-14 yılları arasında Ortadoğu coğrafyasını yeniden şekillendiren gelişmeler bağlamında Kürt meselesini irdeleyen Hamit Bozarslan, makalelerinin birinde şu hatırlatmada bulunuyor; “Kürtler, 1980’lerin büyük kurbanları ama şiddet durumunun küçük aktörleri durumundaydılar.”Kürtlerin İran, Irak ve Türkiye’de yaşadıkları kıyımlara, yıkımlara; özellikte Irak’ta 1980’li ve 90’lı yıllarda etnik temizlik boyutlarına varan ve paralelde Türkiye’de on binlerce Kürdün kaybına ve binlerce yerleşim biriminin tahrip edilip yaşanmaz hale getirilmesine, toplu göç ettirmelere yol açan politikaları örneklerken bu politikaların doğurduğu karşı harekete işaret eder. Kürtlerin varlıklarına yönelen bu yok edici, baskıcı politikaların, hedeftekileri karşı harekete geçirdiği, direnç sağlamalarına, güç biriktirmelerine yol açtığı, bölgelerinin fiili durumlarını, dengelerini gözeterek kendi kaderlerini belirleyebilecek etkin aktörler haline gelmelerine zemin bulduklarını kaydeder.
Son otuz yıla damgasını vuran kanlı çatışmalar sonucu ortaya çıkan kayıplar, yıkımlar, boşaltılan köyler, zorunlu göçler, demografik altüst oluşlar, sosyal – siyasal değişimler ve bunun sonucu olarak bugün ülke gündeminde baş sıraya oturan sorunun gereksindiği çözümün zorunluluğuna dikkat çeker.
Barış ve Barışın İnşa Süreçleri ile ilgili yazıların yer aldığı ikinci bölümde ise Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ayşe Betül Çelik, ‘Kürt Meselesini Dönüştürmede Toplumsal Mutabakat İhtiyacı’nı irdeliyor. Çelik, makalesinin alt başlıklarında barışın neden, nasıl ve kimlerle yapılabileceğine dair sorular sorup bu sorulara cevap arıyor. Amerika Birleşik Devletlerinde yaşayan öğretim üyesi Doç. Dr. Güneş Murat Tezcür de AKP ile barış sürecinin olasılıklarını sorguluyor. Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Nazan Üstündağ da ‘Çözüme Giden Yolda AKP ve Kürt Hareketi’nin Çatışan Toplumsal Tahayyülleri’ni sorgularken, Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Cengiz Aktar olası bir çözüm için gerekli asgari talepleri ve legal Kürt siyasetçilerinin sunduğu bir tür yol haritasını ele alıyor.
Dünyadaki barış süreçleri ve bu süreçlere ilişkin teorik ve pratik yaklaşımların ele alındığı üçüncü bölümde ise, Kuzey İrlanda barış sürecinden, Güney Afrika örneğine kadar değişik çözüm süreci deneyimleri ve bu deneyimlerden çıkan sonuçlar ele alınıyor. Aynı zamanda kitabı derleyicisi olan Muş Alparslan Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölüm Başkanı Doç. Dr. Murat Aktaş ise, Kuzey İrlanda Barış Süreci ve bu süreçten çıkarılacak dersleri içeren makalesinde, barış sürecinin aktörleri, eksikleri ve üçüncü göz ve gözlem heyeti gibi olmazsa olmazlara işaret ediyor. Dünyanın öte bölgelerinde yaşanmış çatışma süreçlerinin sona erdirilme çabalarının irdelendiği, bu deneyimlerin sonuçlarından edinilen dersler ve teorik çıkarsamaların masaya yatırıldığı başkaca makaleler de kitapta yer alıyor.
Hayli katmanlı, çok boyutlu, tarih kadar eski bir sorunun zamana biriken fiili ve yapısal sorunları, zorlukları irdeleniyor. “Yerel, ulusal, bölgesel, kültürel etkileşim ağı” ve devletlerarası bağlamı, devlet dışı aktörlerin çokluğu, paydaşların anlaşmazlığı, yeni kumpaslar ve bozulan eski dengeler, değişmeyen eski stratejik hesaplar, sonuç vermeyen taktik manevralara, her bir parçada sorunun sarmalandığı çatışmaların doğurduğu sonuçlara dikkat çekiliyor. Bununla birlikte dört parçada ödedikleri bedellerle varlıklarını dünya ölçeğinde görünür kılan Kürtlerin, tarih boyunca inkâr gelinen varlıklarını ve iradelerini bugün artık karşı konulmaz bir biçimde ortaya koymanın sınırına vardıkları hatırlatılıyor. Nihayetinde kimlik, temel hak ve özgürlük taleplerinin kabulü ve bu kabulün karşılığı olabilecek yasal, yapısal düzenlemeler, barışçı ve demokratik bir iklim Türkiye Kürtlerinin vazgeçilmez talepleri olduğu ortaya konuyor.
Farklı kalemlerden, farklı açılardan ortaya konan görüş ve önermeler içeren Çatışma Çözümleri ve Barış, sorunla, tarihle, süreçle ilgili olanların göz atmalarında yarar olduğunu düşündüğüm değerli bir kolektif bir çalışma örneği.
EMİRALİ YAĞAN
Yorumlar kapatıldı.