İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Çatlayan Sütün Sessizliği – Murat BJEDUĞ

Belge yayınlarından çıkan aynı adlı kitap, birkaç farklı yanıyla irdelenmeyi, okunmayı ve üzerinde düşünmeyi hak ediyor. Bir naif mersiye ya da malumatfuruşluğun kabile hemşerisine övgü manzumesi değil. 50. yılını idrak ettiğimiz 68 devriminden süzüle süzüle bugünlere gelebilmiş zeki ve onurlu insanların Muzaffer Oruçoğlu hakkındaki duygu ve düşüncelerini okuyorsunuz.

Çatlayan sütün sessizliği, bir tabuyu hem de en sevimsiz ama en ananevileşmiş olanını yıktı.

Değerli bir sanatçı, kültür insanı, devrimci, şair, roman yazarı Muzaffer Oruçoğlu, hayattayken, çok farklı ideolojik – kültürel akımlardan gelen, uzun yıllardır görmediği, görüşemediği arkadaşlarının katkılarıyla kitaplaştırıldı.

Bu zor işi amacına ulaştıran, benzeri iki kitap yazmış bir yazar olarak aynı zamanda ne denli netameli bir o kadar da zahmetli ve sinir yıpratıcı olduğunu bildiğim için, çalışmalarını derleyip toplayıp kitap haline getiren Ayhan Oruçoğlu ve Şükran Çelik’ e baştan teşekkür etmek gerektiğini belirtmeliyim. Az zahmetli değil yüz akıyla kotardıkları iş. Hem de şu içinde bulunduğumuz dönemde.

Marksist kökenli ve uzun dönem 1960 ve 70’lerde devrimci mücadelede aktif olarak yer almış yazar çoğunluğu, Muzaffer Oruçoğlu hakkındaki anılarını, tanıklıklarını, devrimci ve sanatçı / edebiyatçı kimliğine de değişen oranlarda vurgu yaparak çok güzel metinler halinde ifade etmişler.

Biliriz ki sosyalist kültürde açık uçlu eleştiri ve özeleştiri çok önem verilen bir pratiktir. Zaman zaman şirazesinden çıksa da çoğunlukla işe yarar; yanlışın ifşasında, yetersizliğin tespit edilmesinde, tıkanmaların aşılmasında, yeni ve üst bir evreye geçilmesinde vs. bu pratiğin rolü dışarıdan bakan gözün – bilincin kavrayamayacağı ölçüde büyüktür.

Yazılara bakıldığında doğrusu pek de öyle eleştirilecek bir yanının bulunmadığı anlaşılıyor Oruçoğlu’nun.

Takdirin, çoğul bir ifade de buluşması, saygın kişiliğine, empati ve diyalog yetisinin gelişkinliğine yapılan göndermeler soldaki gelinen olgunluğun da sevindirici bir belirtisi aslında. Bu manada çok kıymetlidir.

Ama şunu da gözden kaçırmamak gerekir ki, eleştiriden kaçınmayacak olan ve ” Kol kırılır yen içinde ” kıssasına asla prim vermeyecek çaptaki yazarların birbirlerinden bağımsız, habersiz ama neredeyse ağız birliği etmişçesine benzeri görüşleri ileri sürmelerinde herhalde Oruçoğlu’nun erdemli ve kaliteli kişiliğinin de belirleyici payı vardır. Çünkü eskiden de şimdi de insanı yaralayacak dikenli sivri yanları, fazlalıkları, iğreti üniformaları yok Muzaffer Oruçoğlu’nun. Sakin, ağırbaşlı, beyefendi bir insan. Dinlemeyi bilen, karşısındakine saygı duyuyor hissini duyumsatabilen olgunluğu ile artık kendini gerçekleştirmiş bir birey.

Döne döne altını çizdiğim üzere Türkiye’ de 68 ve 68’liler batıdan ve batılı muadillerinden yarılma derecesinde farklı özellikler ve yaşanmışlıklarla mücehhezdirler.

Batı da Mayıs 1968, eylemsel bağlamda daha 68 haziranında sönümlenirken, bu topraklarda çelik iradeli, devrimci erdemlerle donanmış 68’liler, davalarını 1980 yılına kadar üstelik önder-militan seviyesinde sürdürdüler. Kolay değil! Önce 12 Mart 1971 yılında sonra da 12 Eylül 1980 yılında iki kez hapisler, işkenceler, hücre tecritleri ve sürgünler yaşadılar. Ruhsal örselenmelerin yanı sıra bir de bedenen kalıcı izler bırakan muamelelerin yıpratıcılığını sessiz ve sitemsiz sineye çektiler. Toprağa verdikleri arkadaşlarının acısı ise cabası.

Hep kanaatkar hep mütevazi ve hep bir lokma bir hırka ile yaşanan hayatların muhasebesini burjuva anlayışın tuzaklarına düşmeden bilgece ve fedakarlık duygusuyla yaptılar.

Başa kakmadılar. Gördükleri ağır işkencelerin edebiyatına !? tenezzül etmediler, rant devşirme ahlakından tiksindiler, uzak durdular. İkonik rütbelendirme lütuflarını nazikçe, kırmadan, iyi niyetle yapıldığını düşünerek ve muazzam empati kurma becerileriyle reddettiler. Buna , ”Devrimci asalet” diyoruz. Halklar bu asalete hayran kaldılar ve hep takdir ettiler, örnek gösterdiler.

Amansız can düşmanlarının bile gıpta ettikleri hasletlere sahip olan bu insanların korkusuzlukları, yüksek bilgi seviyeleri, özveri ve paylaşmayı yaşamlarının ayrılmaz ilkeleri haline getirmişliklerinin yanı sıra aralarındaki dostluklarının emsalsizliği de ayrı bir meziyettir. İşte bu kitapta çoğunluğu devrimci 68′ li olan insanların hangi değerlere önem vererek Muzaffer Oruçoğlu’na ahde vefa gösterdiklerini de okur öğrenebilecektir. İnsan ilişkilerindeki insanal özün hayli aşındığı günümüz dünyasında bu değerler hala ve sadece 68′ li devrimcilerce itibar görmektedir.

Bir performatif sanattı sürdükleri hayat, epik ve şiirsel; ama aynı zamanda kanlı yenilginin tragedyasıydı. Fakat asla kuğunun son şarkısı değildi. En son 68’li devrimci dünyayı terk edene kadar da, ” Swan Song ” kabulüm olmayacak.

Kitapta kimler var diye bakıldığında Ertuğrul Kürkçü, Aydın Çubukçu, Mustafa Yalçıner, Mukaddes Erdoğdu Çelik, Teslim Töre, Ahmet Telli, Ufuk Uras, Celalettin Can, Gün Zileli, Melek Ulagay, artık hayatta olmayan Sırrı Öztürk, ilk dikkat çeken isimler. Toplam 42 kişinin yazılarından oluşan kitap 271 sayfa, tahmin edileceği gibi başlanıp hemen de bitiriliveriyor.

Ben Muzaffer Oruçoğlu’ nu 1979 yılında Halkın Birliği militanı bir tanıdığımdan dinlemiş, yüzünü bile görmeden çok sevmiştim.

Aradan 40 yıl geçti, tanıştık uzaktan telefonla da olsa. Tanıdıkça, okudukça sevgim hep arttı, çoğaldı, doğru insanı sevmişim, bundan da gönenç duyuyorum.

Kitabı okuyunca arkadaşlarının da Muzo’ yu çok sevdiklerini, derin saygı duyduklarını farketmek ayrı bir sevinç vesilesi oldu. Hazin anılar, muziplikler, espriler insanı güldürüyor da üzüyor da.

Muzaffer’ e bakınca, kayıpların ne kadar değerli ve boşluklarının neden doldurulamadığını neden unutulmadıklarını da idrak ediyor insan ve sormadan edemiyor:

Acaba İbo yaşasaydı nasıl biri olurdu ? Ali Haydar ne yapardı ?

İbo ve Ali Haydar, 21. Yüzyılın ilk çeyreğinde, internet ve bilişim teknolojilerindeki devasa gelişmelerin ışığında. İbo yine keman ve mandolin çalar mıydı ? Şiir ve roman yazar mıydı ?

Şimdi bu satırlar t24 takipçilerince okunurken ben Muzo’nun Gabriel Garcia Maquez – Yüzyıllık Yalnızlık ve Emile Zola – Germinal romanlarından geri kalmadığı iddiamı tanıtlamak üzere Dersim, Grizu, Flozof ve diğer romanlarının yakın metin okumalarına girişmiş olacağım. Sonra da görüşlerimi paylaşacağım.. Yine T24′ te.

http://t24.com.tr 

https://nehirdusleri.wordpress.com

Paylaş

Yorumlar kapatıldı.