İbrahim Kaypakkaya ile Ankara’ya seminer vermek üzere geldiğinde iki kez karşılaşmış ve sohbet etmiştim. Hayali gönlüme ve beynime yerleşmişti fakat Önder İbrahim Kaypakkaya ile ilgili elimizde yazılı fazla bilgi yoktu. O günlerde elimize Mihri Belli öncülüğünde çıkan Emekçi Dergisi geçti. Dergi Ölen Ama Yenilmeyen ana başlığı ile bir dosya hazırlamıştı. Dosyanın ikinci sayısı İbrahim Kaypakkaya Olayı’na ayrılmıştı. Yazıyı hemen teksirle çoğaltıp kitlelere dağıtmaya başladık.
İbrahim Kaypakkaya reformculuğun, salon sosyalizminin, Kemalist milliyetçiliğin, devlet kontrolünde solculuğun, ırkçılığın panzehiri idi. Bugün hala Doğu Perinçek ve benzerlerinin saçtığı ırkçılık ve diğer mikropların panzehiri İbrahim Kaypakkaya’dır.
18 Mayıs 2018’de İbrahim Kaypakkaya’yı ölümünün 45. yıldönümünde bu bilinçle ve saygıyla anıyor, Şubat 1975 tarihli Emekçi Dergisi’nde yayınlanan İbrahim Kaypakkaya Olayı adlı yazıyı okuyucuya sunmayı bir görev kabul ediyorum.
Emekçi Dergisi’ne emeği geçen herkese saygılar sunuyorum.
Mustafa Demir
İBRAHİM KAYPAKKAYA OLAYI/ ÖLEN AMA YENİLMEYEN
Bir İbrahim Kaypakkaya olayı var. Bundan bir buçuk yıl gibi kısa bir süre önce bir devrimci Tunceli’de yaralı olarak kolluk kuvvetlerinin eline geçiyor. Devrimci İbrahim Kaypakkaya çetin bir militandır. 12 Mart döneminin faşist iktidarı kendisine diş bilemektedir. İşkence İbrahim’in tutuklandığı anda, başlıyor ve Diyarbakır’da işkenceciler tarafından öldürüldüğü ana kadar sürüyor. Yetkililer İbrahim’in intihar ettiği söylentisini yayıyorlar ama kimseyi inandıramıyorlar. Tüm kanıtlar bir siyasi cinayet olayı karşısında olduğumuzu göstermektedir.
Bu kanıtlardan bir kısmını inceleyen ve Kaypakkaya olayına ışık tutan bir yazıyı aşağıda yayınlıyoruz. Daha önce bir başka siyasi cinayet üzerinde durduk. Devrimci öğrenci Ali Kayahan’ın kotr-gerilla’da öldürülmesi olayı üzerinde. Ali Kayahan’ın cesedi hala ailesine verilmiş değildir. Bundan önceki hükümetin talimatı ile açtırılan soruşturma savsaklanmaktadır. İbrahim Kaypakkaya’nın cesedi babasına güya teslim edilmiştir ama parça parça edilmiş ve tanınmaz halde.
CHP Ordu milletvekili ve genel sekreter yardımcısı Ferda Güley İbrahim Kaypakkaya’nın öldürülmesinden iki ay geçtikten sonra, Temmuz 1973’te İbrahim Kaypakkaya olayını kastederek Bolu’da yaptığı konuşmada şöyle diyordu: “Babalar! Bir babanın oğlunun sağlıklı ellerinden aldığı iki gün önce yazılmış bir mektup üzerine, kolunda giyecek ve yiyecek çıkını, gittiği cezaevinde göreceği ve kucaklayacağı oğlu yerine, kendisine bu oğlunun bir gün evvel intihar ettiği haberinin verildiğini ve kendisiyle beraber alıp memleketine götürdüğü evlat naaşının kurşunlarla delik deşik olduğunu görmüş olduğunu biliyorum.”
“Emekçi” İbrahim Kaypakkaya olayına ışık tutan bu yazıyı ve aynı nitelikte başka yazıları yayınlarken bir yurtseverlik görevi yerine getirdiği inancındadır. Çünkü faşizmin işlediği siyasi cinayetlerin gün ışığına çıkarılması ve katillerin teşhir edilmesi, sadece sosyalistlerin değil, siyasi inançları ne olursa olsun tüm yurtseverlerin görevidir. Grupçuluk zihniyetine kapılarak bu göreve yan çizmek, dolaysıyla faşizme hizmet etmek olur. İbrahim Kaypakkaya’nın görüşlerine katılmayabiliriz, ama onun, faşist işkenceciler karşısında direnirken, tüm yurtseverlerin, tüm emekçi halkımızın temsilcisi payesine ulaştığını bilelim. Bilelim ve davranışımız her türlü sekter, grupçu eğilimden uzak, yürekten bir devrimci dayanışma tutum ve davranışı olsun. “Geçmişin üzerinden sünger çekeceğiz” diyerek faşist işkencecilerin, katillerin, onları kışkırtan ve azmettirenlerin suçlarını örtbas etmekle demokratik düzen gerçekleştirilemez. Burjuva anlamıyla dahi, demokrasi, hukuk düzeni suçlunun özellikle siyasi cinayet faillerinin cezalandırılmasını zorunlu kılar. Ve bugün Türkiye’de faşist terör mekanizması olduğu gibi yerli yerinde kaldığı sürece, 12 Mart döneminin işkencecilerinin cinayetlerinin hesabı sorulmadığı sürece Türkiye’de, burjuva anlamıyla dahi bir siyasi demokrasinin varlığından söz edilemez.
Halkımızın bin bir alanda bin bir biçimde tezahür eden faşizme karşı direnişi bir ölçüde sonuç vermiş ve faşist cephe gene bir ölçüde gerilemeye zorlanmıştır. Bir geçiş dönemi içindeyiz. Buradan ya gerisin geriye faşizme dönülecektir ya ileriye, demokrasiye doğru yönelinecektir. İleriye doğru gidişin birinci şartı, 12 Mart döneminin bütün kirli çamaşırlarının halkın gözleri önüne serilmesi ve sorumlulardan hesap sorulmasıdır. Faşizmi Tel’in eden halkımız bundan azına razı olamaz.
Sorunun bir başka yanı da var: Babıali basını şimdiye kadar, Sıkıyönetim icraatı konusunda genellikle faşist yetkililerin isteğine uygun biçimde yayın yaptı. Gazetelerde sıkıyönetim mahkemeleri önünde günah çıkartanların, pişmanlık beyanında bulunanların ifadelerini okuduk. Bunlar devrimci hareketin verdiği firedir. Ama sağlam maldan pek söz edilmedi. Oysa koşullar ne olursa olsun işkence karşısında, ölüm karşısında direnenlerdir, devrimci onuruna gölge düşürmemeyi bilenlerdir devrimci hareketin hakiki temsilcileri. Bu direnişin öyküsünü anlatmakta devrimci bir görevdir. Devrimci İbrahim Kaypakkaya’nın öyküsü işte bu fasıla girer. Kaypakkaya, koşullar ne olursa olsun, devrimci onuruna gölge düşürmemeyi bilenlerdendi.
EMEKÇİ
İBRAHİM KAYPAKKAYA KİMDİR?
İbrahim KAYPAKKAYA, Ankara Mamak 1011 Ana Tamir Fabrikası Bakım ve Onarım kısmında çalışan Çorumlu bir işçinin oğludur. İlkokuldan sonra Hasanoğlan İlköretmen Okulu’na girdi ve buradan da 1966 yılında İstanbul Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’na geçti. Bu dönemde, Hasanoğlan’da edindiği devrimci fikirlerini daha da geliştirdi. Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’nda polisle ve okulun AP’li idarecileriyle iş birliği halindeki ümmetçi ve faşist grupların saldırganlıklarına ve zorbalıklarına karşı devrimci öğrencilerin yürüttüğü mücadelenin başını çekti. Kendisi gibi Anadolu’dan gelme yoksul köylü kökenden gençleri çevresinde topladı ve ilk olarak, dokuz arkadaşıyla birlikte devrimci yüksek öğrenim gençliğinin örgütü olan, Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF)’na bağlı, Çapa Yüksek Öğretmen Okulu Fikir Kulübü’nü kurdu. Bunun üzerine okulun AP’li müdür ve idarecileri, İbrahim’le birlikte Çapa Fikir Kulübü’nün kurucusu olan dokuz arkadaşını okuldan kovdular. Danıştay bu kararı bozdu. Fakat okul müdürü ve idarecileri bir süre bu karara uymadılar. Demokratik çevrelerin ve okul öğrencilerinin çoğunluğunun baskısı üzerine, müdür, Okul Yönetim Kurulu’nu topladı, bu kurulda Ahmet KABAKLI, Nihat Sami BANARLI gibi ünlü gericiler ve İstanbul Edebiyat Fakültesi’nde tarih profesörü olan Turancılıkla tanınmış olan İbrahim KAFESOĞLU vardı. Okul Yönetim Kurulu’nun toplantısına, Ankara’dan özel olarak gelen AP iktidarının Milli Eğitim Bakanı İlhami Ertem de katıldı. Okuldaki faşist ve ümmetçi saldırgan grup, İ. KAYPAKKAYA ve arkadaşlarının okula alınmamaları ya da hiç olmazsa İbrahim KAYPAKKAYA’nın alınmaması için okulun gerici yönetimine müracaatlarda bulundu. Yönetim Kurulu İbrahim KAYPAKKAYA dışındaki diğer dokuz kişiyi okula alabileceğini bildirdi. AP’li Milli Eğitim Bakanı, AP iktidarının uşağı okul idaresi ve okuldaki faşist ve ümmetçi gruplar, İbrahim’in okula alınmasının kendileri ve hâkim sınıflar için yaratacağı tehlikeyi biliyorlardı. Çünkü İbrahim’in okula alınmasıyla Yüksek Öğretmen Okulu Öğrencileri arasında devrimci düşüncenin yayılması, saldırgan ve besleme faşist ve ümmetçi sürülerine karşı olan gençlerin toparlanması hızlanacaktı.
İbrahim, o dönemde, gençliğin hızla gelişen demokratik ve devrimci mücadelesi içinde aktif görev almıştı. Okuldan atılmasından sonra, gençlik mücadelelerinin yanında, işçi grevlerine, köylülerin toprak işgallerine, miting ve yürüyüşlere katılarak bunlara destek olmaya ve halk kitlelerinin bilinçlendirilmesine çalıştı. Türk Solu dergisinde çeşitli işçi ve köylü hareketleri üzerine yazılar yazdı. Daha sonra Trakya ve Çorum köylerinde devrimci çalışmalar yaptı. Bu çalışmalarının sonucu olarak, Proleter Devrimci Aydınlık (PDA) dergisinde, “Türkiye’de İşçi Köylü Hareketleri ve Proleter Devrimci Çizgi” ve “Çorum İlinde Sınıfların Tahlili” yazılarını yazdı. 12 Mart faşist darbesine kadar polis tarafından iki defa yakalandı ve bir seferinde tutuklanarak iki ay cezaevinde kaldı. Her iki yakalanmasında da İstanbul 1. Şube Müdürü Ilgaz Aykutlu tarafından özel olarak dövdürüldü.
12 MART’DAN SONRA
İbrahim KAYPAKKAYA, 12 Mart faşist darbesinden hemen sonra, halkın faşizme karşı direnişinin teşkilatlandırılması için çalışmak üzere Doğu bölgesine gitti. Sıkıyönetimin başlarında ilan edilen ilk aranan devrimcilerin listesinde onun adı da vardı. İbrahim Doğu’da Malatya, Tunceli, Diyarbakır ve Antep’te köylülerin bilinçlendirilmesi ve teşkilatlandırılması çalışmalarına önderlik etti. 1972 başlarında arkadaşlarıyla birlikte ŞAFAK grubundan ayrıldı. Ayrılığın sebeplerini, yazdığı yazılarda açıkladı.
12 Mart faşistleri 1972 başlarında İbrahim’in Doğu bölgesinde çalıştığını öğrendiler. İbrahim’i yakalamak üzere Malatya, Tunceli, Diyarbakır ve Antep yörelerindeki baskınlarını sıklaştırmaya başladılar. İbrahim’in Malatya bölgesinde bulunduğu sıralarda, Sinan Cemgil ve arkadaşlarının Nurhak Dağlarında faşistlerce pusuya düşürülerek öldürülmesine yardımcı olan bir ihbarcının cezalandırılması üzerine, faşistler, Malatya’nın Kürecik bölgesindeki bütün köyleri, jandarma ve komando müfrezeleriyle bastı. Kürecik ve Nurhak’ın köylerindeki bütün köylüler üzerinde faşist baskı ve terör hareketine girişildi; birçok köylüyü gözaltına aldılar ve falakadan geçirdiler. İbrahim ve arkadaşlarını kurşunlamak için, geceleri onların uğrayacaklarını tahmin ettikleri ve devrimci ya da sempatizan olarak bildikleri köylülerin evlerinin önüne pusuya yattılar; fakat sonuç alamadılar.
Diyarbakır Sıkıyönetimi, 1972 Mayıs ayından itibaren İbrahim KAYPAKKAYA ve arkadaşlarını yakalamak için Tunceli bölgesindeki aramalarını da şiddetlendirdi. Faşistler Tunceli halkının tümüne düşman gözüyle bakıyorlar ve “devrimci saklıyorsunuz” diye önlerine gelen köylüyü, öğrenciyi, esnafı gözaltına alıp işkenceye yatırıyorlardı, köy baskınları sıklaşmıştı. Baskınları Fehmi ALTINBİLEK adındaki üsteğmen yürütüyordu. Köylülere karşı gaddarca davranan bu işkenceci, Tunceli halkını sindirmek için Diyarbakır Sıkıyönetiminden tam yetki almış bir MİT elamanıydı. Babasının Dersim isyanında isyancılar tarafından öldürüldüğünü ve bu nedenle Tunceli halkından intikam alacağını söylüyordu. Tunceli halkının kin ve nefretini kazanmış olan bu eli kanlı işkenceciye, evi bombalanmak suretiyle ihtarda bulunuldu; bir süre sinen üsteğmen, Diyarbakır’dan yardım istedi ve emrindeki komando birliğinin sayısı artırıldı. Bunun üzerine baskınlara tekrar başlayan Fehmi ALTINBİLEK ve MİT yöneticileri, sivil polislerden meydana getirdikleri ikişer üçer kişilik grupları, devrimci kılığında geceleri köylülerin kapısını tıkırdattırarak, “biz devrimciyiz, kapıyı açın” dedirtip köylülerin evine sokuyorlar ve bu polisler de ertesi gün, devrimcilere karşı engin bir sempati besleyen bu Tunceli köylülerinin evlerini komando timlerine bastırıp köylüleri dövdürüyor, gözaltına aldırıyorlardı. Böylece akılları sıra, hem Tunceli’nin yiğit halkına gözdağı vermiş oluyorlar hem de devrim sempatizanı köylüleri tespit etmiş oluyorlardı. Fakat bu metotla, aşağı yukarı tüm Tunceli köylülerini fişlemek durumunda kalınca ve İbrahim KAYPAKKAYA’yı yakalayamayınca büyük bir hayal kırıklığına uğradılar. Fehmi ALTINBİLEK ve MİT’çiler, bu baskınlar sırasında Nazimiye’nin bir köyünde, evinin kapısını geç açtı diye Süleyman NAKIŞ isimli bir yoksul köylüyü ve dört yaşındaki kızını kurşunladılar.
1973 Ocak ayının 24’de, bir gericinin ihbarı üzerine Tunceli’nin Haydaran bölgesindeki ve Munzur dağlarının kolu üzerinde bulunan İbrahim KAYPAKKAYA ve arkadaşlarının kaldığı yer, sabaha karşı, Üsteğmen Fehmi ALTINBİLEK komutasındaki iki komando müfrezesi tarafından basıldı. Baskında, Dersim halkının canı ciğeri gibi sevdiği Haydaranlı yiğit devrimci Ali Haydar YILDIZ vurularak öldürüldü; İbrahim KAYPAKKAYA başından ve boynundan yaralanarak yere düştü, fakat İbrahim soğukkanlılığını korudu. Baskıncıların, İbrahim’i öldü zannederek yanından uzaklaşması üzerine, yeniden ayağa kalkıp oradan uzaklaşarak, başından ve boynundan hatırı sayılır yaralar almış olmasına ve amansız hava şartlarına rağmen dört gün dağlarda kaldı. Daha sonra yürüyerek en yakın köye gitti. Fakat, dönüşte İbrahim’i yerinde bulamayan ve diğer arkadaşlarını da yakalayamayan baskıncılar, aldıkları takviye kuvvetlerle Haydaran bölgesini ve köylerini sıkı bir kontrol altına almıştı. Baskıncılar köylüleri sürekli tehdit altında bulunduruyor ve köyler arasında 15-20 kişilik devriyeler gezdiriyordu. İbrahim bu kontrol ağından kurtulamadı ve baskından beş gün, köye inmesinden bir gün sonra, 29 Ocak günü yakalandı. Cebinde sayısız resmini taşıyan Fehmi ALTINBİLEK, İbrahim’i görür görmez tanıdı; bir buçuk yıldır peşinde olduğu bu devrimci militana karşı derin bir kin duyuyordu. İbrahim yakalandığı andan işkence altında öldürüldüğü ana kadar tüm faşist ve işkenceciler karşısında, devrimci davranış ve onurun en soylu örneklerini verdi. Bu durumu, O’nu kurşunlayan ve yakalayan MİT’çilerden, işkence altında sorgu almak isteyenlere kadar bizzat birçok faşist itiraf etmekten kendilerini alamadılar.
İstanbul Sıkıyönetim 2 No’lu Askeri Mahkemesinde görülmekte olan TKP (M-L) TİKKO ve TMLGB Davası dosyası 4. Klasör, 2. Dosya 53/1-6 sırada yer alan ifadesinde Üsteğmen Fehmi ALTINBİLEK, İbrahim’in yakalandığı andaki durumunu şöyle anlatıyor: “…Tunceli savcılığına müsademe ile ilgili bilgileri verdim. Vurulan anarşistin Ali Haydar YILDIZ olduğu tespit edildi. Fakat benim asıl durduğum, yaralı olarak kaçan anarşist oldu. Öldürdüğümüz anarşistin otopsisi ve bununla ilgili işlemin tamamlanmasından sonra yine birkaç ekip teşkil ederek aynı bölgede yoğun bir arama yaptık. Ben, çevre mezralarda kalan güvendiğim adamlarımı uyardım. Aynı zamanda Milli İstihbarat Teşkilatınca (MİT) bana verilen anarşist resimlerini, istihbarat teşkilatının adamı olan bu kimselere dağıttım… 29 Ocak sabahı benim başında bulunduğum tim Gökçe Karakolunda iken, Mirik mezrasında oturan bizim istihbaratın adamlarından Hüseyin GÜNGÖR geldi ve bana yaralı anarşistin kendi mezralarına geldiğini ve ağabeysinin evine davet ettiğini, halen orada oturduğunu söyledi. Yanıma yeteri kadar kuvvet alarak Mirik mezrasına geldik ve yaralı anarşisti evde yakaladık. Başından ve boynundan yara almış olduğu anlaşılan, uzun süre dışarda barınması ve soğuk hava şartları yüzünden üstü başı ıslak ve bitkin durumda olan bu anarşistin İbrahim KAYPAKKAYA olduğunu görür görmez anladım. Kendisine nasıl kaçtığını sordum, bana, sizin gibi faşistlerin elinden nasıl kaçmak gerekiyorsa, o şekilde canımı dişime takıp kaçtım diyerek inatçı bir cevap verdi…”
Fehmi ALTINBİLEK ve yanındaki MİT yüzbaşısı, İbrahim’i yakaladıktan sonra, yakaladıkları Mirik mezrasından Gökçe (Kutuderesi) Karakoluna kadar olan üç saatlik karlı ve buzlu yolda zorla yalınayak yürüttüler. Gökçe’ye gelinceye kadar İbrahim’in ayak parmakları dondu.
İbrahim’e daha yakaladıkları andan itibaren yapılmaya başlanan bu işkenceyi, yol üzerindeki köylüler büyük bir kin ve nefret duyarak gördüler. Bu durum bütün Tunceli halkı arasında yayıldı. İbrahim’in ayak parmaklarının donması ve bu yüzden Diyarbakır’da kesilmesinden sonra, bu kesilmenin ve sebebinin zaptı tutulmak gereği ortaya çıkınca, durum kendisinden sorulan Fehmi ALTINBİLEK önce şaşırdı. Fakat MİT Diyarbakır bölgesindeki şefleri, bu konularda henüz pek ustalaşmamış çömezlerinin imdadına yetiştiler ve onun, İbrahim’in ayak parmaklarının donmasına yol açan işkencesini ifade zaptına şöyle geçirdiler: “İbrahim KAYPAKKAYA’yı Mirik mezrasından Tunceli’ye getirmek üzere hareket ettiğimizde, yolda gelirken kendisini sık sık yere atıyordu. Ayak parmakları bu sırada veya yaralanıp kaçtıktan sonra donmuş olabilir.” (TKP (M-L)-TİKKO-TMLGB Davası dosyası, Klasör No:4, Dosya No:2, Sıra No: 53/1-6)
Vartinik baskınına katılan ve İbrahim’i baskından beş gün sonra yakalayan timde bulunan komando er Mehmet DEMİR tanık olarak Diyarbakır Sıkıyönetim askeri savcılığında verdiği ifadede bu konuda, “yakaladığımız anarşist İbrahim KAYPAKKAYA’yı yakaladığımız Mirik mezrasından Gökçe karakoluna kadar yayan getirdik” (TKP (M-L)-TİKKO-TMLGB Davası, Klasör No:4, Dosya No:2, Sıra No:57/1-2) demesine rağmen, İstanbul Sıkıyönetim 2 No’lu mahkemesinde görülen bu davanın 17 Aralık 1974 günkü duruşmasında tanık olarak verdiği ifadede, sanıkların ve müdafilerinin sorusu üzerine bu konuda önce birkaç çelişkili beyanda bulunduktan sonra, “İbrahim’i yakalayan timde ben yoktum. Fakat Mirik mezrasından Gökçe karakoluna kadar yürütüldüğünü, Tunceli Merkez Karakoluna getirilince üsteğmenimin ve istihbarattan olan yüzbaşının İbrahim KAYPAKKAYA’nın ayak parmaklarının donmasını önlemek için bir tenekenin içine doldurulmuş kar ve buzu çiğnettiklerini arkadaşlarımdan duydum” (TKP (M-L) Davası duruşma zabıtları sayfa:416) diye söyledi. Bütün bu düzmece ifadelerde bile İbrahim’e daha yakalar yakalamaz yaptıkları bu işkenceyi gizleyememişlerdir.
İbrahim KAYPAKKAYA 1 Şubat 1973’de Tunceli’den Diyarbakır’a götürülerek Sıkıyönetim makamlarına teslim edildi, işkence tezgahlarındaki ilk sorgusundan sonra hiçbir şey söylemeyince hastaneye yatırıldı. Donmuş ayak parmakları kesildi, günlerdir bakılmamış olan başındaki ve boynundaki yaraların çevresindeki kısımlar kesildi ve pansuman yapıldı. Ve hastaneden çıkarılarak yeniden Diyarbakır’da kanlı işkence tezgahlarına yatırıldı. İbrahim KAYPAKKAYA’nın işkence odalarında sorguya çekilmesiyle askeri savcı Yaşar DEĞERLİ özel olarak görevlendirildi. Yaşar DEĞERLİ 12 Mart faşistlerinin Diyarbakır’da kurduğu işkence makinasının en büyük dişlisi idi. Doğu’da Diyarbakır Sıkıyönetimince gözaltına alınıp ve tutuklanıp da MİT’teki sorguları, resmi veya gayrı resmi olarak Yaşar DEĞERLİ tarafından alınmamış tek kimse yoktur. Yaşar DEĞERLİ Doğu’daki bütün devrimciler ve Diyarbakır halkı arasında “işkenceci” olarak büyük bir ün yapmıştır.
Yaşar DEĞERLİ’nin başında bulunduğu işkence ekibi, İbrahim KAYPAKKAYA’yı konuşturmak için büyük bir gayret sarf ettiler. İbrahim işkencecilere ve işkencelere karşı, eşsiz bir inanç ve irade, büyük bir dayanıklılık ve sabır gücüyle direndi. İşkenceciler, bir yandan O’nun vücuduna en ağır maddi işkenceleri uygularken, diğer yandan da O’nu manevi bakımdan yıkmak için bütün metotlarını uyguladılar. KAYPAKKAYA, Şubat başından Mayıs ayının ortalarına kadar, MİT hücrelerinde elleri ve ayakları zincirlere vurulmuş bir halde işkencecilere karşı dişe diş bir mücadele verdi. MİT’in doğudaki kilit noktalarını tutan birçok yüksek rütbeli subay, bu çelik iradeli devrimciyi görmek için işkence odalarına kadar geldi, hücrelerde ve MİT sorgulama merkezinde görev yapan birçok er ve subay, diğer hücrelerde bulunan devrimcilere gizlice saygı ve hayretlerini belirttiler. İbrahim KAYPAKKAYA’nın gösterdiği bu büyük direnç ve cesaret, Diyarbakır Sıkıyönetim Askeri Cezaevi’nde bulunan, siyasi veya başka nedenlerle tutuklanmış olsun, bütün tutuklular arasında derin bir saygı ve heyecan uyandırdı. Cezaevinde, MİT karargahında, Sıkıyönetim askeri ve adli makamlarında bulunanlar arasında erinden subayına, savcısından hakimlere ve tutuklulardan avukatlara kadar, O’nun işkencecilere meydan okuyan tutumunu duymayan ve öğrenmeyen kalmadı. İbrahim’le, Tunceli ve Diyarbakır mahalli devrimcilerinden ve köylülerinden 16 kişi yüzleştirildi; bunların her birine daha önce, işkence ve baskı ile İbrahim’i tanıdıkları ve O’na yardım ettikleri kabul ettirilmişti. Yüzleşme sırasında İbrahim, gösterilenlerin hiçbirini tanımadığını, yoksul köylülere ve halk çocuklarına, işkence ve baskı altında kendilerini suçlayıcı ifade verdirdiklerini söyledi, işkencecilere.
İbrahim biri Malatya’da bulunduğu sıralarda hüviyet cüzdanını verdiği ve üçü de Tunceli’’de baskından sonra kendisine ekmek verdikleri iddialarıyla Diyarbakır Sıkıyönetimince gözaltına alınan 4 köylü ile, Yaşar DEĞERLİ yönetimindeki MİT ekibi tarafından yüzleştirilmesi sırasında, işkencecilere karşı, yüzleştirme tutanağına geçirilen şu sözleri söylemiştir:
“İbrahim KAYPAKKAYA’ya, iddia edilen suç konusu olay anlatıldı ve huzurdaki şahıs gösterilerek soruldu. Sanık, ‘Ben burada gösterdiğiniz şahsı ve Hacı ÖZDOĞAN’ı tanımıyorum. Sizlerin iddia ettiği gibi bu şahıstan nüfus cüzdanı filan almış da değilim. Üzerimden çıkan ve burada gösterilen şahsa ait olduğunu söylediğiniz hüviyet cüzdanını Malatya’da buldum. Sıkıyönetimce arandığım için, hüviyetimi gizlemek amacıyla, bulduğum bu nüfus cüzdanına kendi fotoğrafımı yapıştırdım. Ben proletaryanın ideolojisini benimsemiş, halkın kurtuluşunu savunan bir komünistim. Bir sınıf mücadelesi olan size karşı yürüttüğüm bu mücadelede böyle şeyleri doğal karşılıyorum. Karşımda bulunan ve üzerimde bulunan hüviyet cüzdanının kendisine ait olduğunu söylediğiniz şahsı tanımıyorum; onun beni tanıyorum demesi, ya sizin işkence ve baskılarla zorlamanızdan ya da yine aynı sebeple korkması dolaysıyla yalan söylemesinden ileri geliyor; bunun sebebini ben bilmem’ dedi.”
“Sanık İbrahim KAYPAKKAYA’ya, huzurdaki diğer üç kişi gösterilerek, suç konusu olay izah edilip soruldu. Sanık ‘Ben burada bana göstermiş olduğunuz üç köylüyü tanımıyorum ve bu kişilerle de hiçbir zaman hiçbir yerde karşılaşmış değilim, bu üç köylünün bana, baskından sonra yardım ettikleri iddianız da yalan ve uydurmadır. Ben müsademe sırasında yaralanmış olduğum için ekmek dahi yiyemiyordum. Huzura getirilmiş olan bu üç köylü, benimle hiçbir ilişkileri olmadıkları halde, fiilsiz, sebepsiz ve haksız olarak buraya getirilmiş ve kendilerine baskı ve işkence ile gözdağı verilmek istenmiştir. Bu, faşizmin bir zulüm örneğidir ve faşistlerden halka zulmetmenin hesabı ergeç sorulacaktır’ dedi.” (TKP (M-L) – TİKKO – TMLGB Davası dosyası, Klasör No: 3, Dosya No: 4, Sıra No: 13/2)
Tunceli ve Diyarbakır mahalli devrimcilerinden köylülerinden İbrahim’le yüzleştirilen 16 kişi, cezaevinde karşılaştıkları tutuklulara, İbrahim KAYPAKKAYA’nın, başında askeri savcı Yaşar DEĞERLİ’nin bulunduğu işkence ekibi ile nasıl çekiştiğini, savcıyı nasıl suçladığını ve onlara siyasi cepheden nasıl saldırdığını, Yaşar DEĞERLİ’nin başında bulunduğu işkence ekibine karşı kendilerini nasıl savunduğunu, savcıyla olan sert tartışmalarını ve işkence altında nasıl bitkin ve korkunç bir hale getirilmiş olduğunu, saygı ve hayretle ve büyük bir heyecanla anlattılar.
Emekçi Dergisi, Şubat 1975
Yorumlar kapatıldı.